Top
Hz. Meryem Ana Evi Derneği Resmi Web Sitesi

Meryem Ana Evi’nin Esrarı

Yazar: R.P.Elie Remy Thierry

İsa’nın haçı yanında, annesi, annesinin kız kardeşi (Kleopas’ın zevcesi) Meryem ve Magdala’lı Meryem bulunmakta idiler.Annesini ve onun yanında sevdiği havariyi gören İsa, annesine: ‘’İşte Oğlun’’, Sonra havariye: ‘’İşte annen’’demiştir. Bu andan itibaren, havari onu evine aldı. (Yuhanna 19,25-27)

Efes’teki Meryem Ana Evi’nin esrarı, daha geniş bir esrarı yansıtmaktadır. Bu sır Meryem’in (oğlu İsa’nın ölümü ve dirilişinden sonra) yaşadığı yerlere aittir.

Günümüze kadar devam eden araştırmalara rağmen, Meryem Ana’ nın hayatı ile ilgili ayrıntıları gün ışığına çıkarmak mümkün olamamıştır. İnsanlara İsa’yı tanıtmayı havarilere bırakan Meryem, gizli yaşamaya titizlik göstermiştir.

Mektuplarında, Meryem Ana’nın kişiliği hakkında her zaman saygılı bir suskunluk sürdüren Aziz Pavlus, İsa’nın annesi ile Efes’in büyük tanrıçası Artemis arasında yapılacak hızlı bir mukayeseden korkmuş olmalıydı. Aziz Pavlus’un Konya’ya bir seyahati esnasında Konyalılar tarafından tanrılaştırılmak istenmemiş mi? Daha sonraları IV yüzyılda Koliridien’lerin (Putperest bir kavim) Meryem Ana’ya kurbanlar sunduğunu görmemiş miydik?.

İlk asırlarda Hıristiyanların alakası her şeyden önce İsa’nın kişiliği üzerine yönelmiştir. Annesinin hayatı ile ilgili ve özellikle son yılları geçirdiği yerlerin ayrıntılarını elde etmek sonraya bırakılmış olması gayet normaldir.

Amacımız Meryem Ana’daki bakire Meryem’in yaşamı ile ilgili soruna yorucu bir etüd girişimi ile değil, sadece ilk hamlede birinci ve altıncı yüzyıl arası kilise yazarlarının yardımı ile Yuhanna ve Meryem’in Efes’teki yaşantılarını ispatlamaktır.

Kudüs’teki Meryem Ana’nın ölümü sorununu, yani VII yüzyılda belirlenen tezi, bile bile bir kenara bırakacağız. İkinci kısımda Meryem’in bu kutsal yerlerle ilgili olarak arkeoloji, haç ziyaretleri ve kilise otoritelerinin davranışına değinerek, on dokuzuncu yüzyılda keşfedilen Meryem’e ithaf edilen bu mabedi anlatacağız.

Meryem Ana Evi Dışı
Meryem Ana Evi İçi
MERYEM EFES’TE

Aziz Yuhanna tarafından yazılmış İncil’in bir yerinde sanki Meryem’in Efes’e gelişini bize telkin etmektedir. Ananeye göre Aziz Yuhanna İncil’ini Efesliler için yazdı. Konusu, Efeslilerin sorunlarına, Efeslilerin kendisine sordukları sorulara ve bu Hıristiyanlara verdiği cevapları yansımaktadır. Bütün bu sorular arasında, bir tanesi oldukça sık sık sorulmuşa benzer. Bu sorunun muhteviyatı Petrus’un ve Yuhanna’nın rolünü içermekteydi. Neden Meryem, Yuhanna ile hep birlikte idi de, neden Petrus ile birlikte hiç olmamıştı? Gerçekte: Meryem, İsa tarafından kilise başına oturtulan Petrus’un yanında zaman zaman kalabilirdi. Kişisel fıkraları sevmeyen Yuhanna, kendini bir değer olarak göstermekten hoşlanmamasına rağmen, İncil’ine, Efes Hıristiyanlarının problemleri ile ilgili, hatta içlerinden birkaçını tedirgin edecek şekilde bazı ayetler koyacaktır. Ayni şekilde, Efes’te Yuhanna’nın yanında Meryem’in mevcu-diyeti üzerine de ışık tutulmalıdır.

Tanrıbilimi, dindarlık sadece dolaylı yoldan bir metne dayanmakta-dır. Bu metin, kendine öz tabirleriyle tarihe (“bu andan itibaren”) ve coğrafyaya (“evine”) aftetmektedir. Aziz Yuhanna’nın kendini anlatma zevki için Efesliler’e hikâyeler anlattığını veya Meryem’i sadece İsa’nın ıstırapları ve ölümü nedeniyle yanına aldığını, yoksa İsa’nın annesini ilk gördüğü anda, böyle bir hareket yapmayacağını düşünmek gerektir.

İsa tarafından, birbirlerine emanet edilen Meryem ve Yuhanna, İsa’nın son arzularından birine saygı göstermek mecburiyetinde kaldılar. Her ne kadar havarilik görevlerini yerine getirmek için Meryem’i yalnız bıraktıysa da, gittiği uzak yerlerde bile, Yuhanna yokluğunu fazla uzatmamıştır.

Başlangıçta ihtimal Kudüs’te kaldılar, fakat Filistin başkentinde Hıristiyan camiası geliştikçe, Yahudi otoritelerinin öfkesi çoğalıyordu. Zulüm, M.S. 36 senesinde havarilerin şakirtlerinden Stefanos’un taşla öldürülmesi ile başlar. Böylece Hıristiyanlar Jüde ve Samari’ye dağılmağa başlarlar. Masum bebekleri öldürten katil kralın torunu ve Yuhanna Baptist’in boynunu vurduran kralın oğlu I. Agrippa, M.S. 41 yılında tahta çıkınca taraftarlarına kendisini beğendirmek İçin havari Yuhanna’nın kardeşi Yakub’un öldürülmesinden sonra, havarilerin başı Petrus’un de hapsedilmesini emreder. Bütün bunlar camiada büyük bir heyecana yol açar, 60 yaşına yaklaşmasına rağmen Meryem hala yiğitçe davranır.

Bütün havarilerin Filistin’i terk ettiği bir anda, Aziz Yuhanna’nın, Meryem ile birlikte Filistin’de dağın veya çölün bir yerinde saklanma veya Meryem’i tek başına Filistin’de bırakma riskini göze aldığını düşünmek bile oldukça zordur, kaldı ki yazar Eusebe kesin olarak Aziz Yuhanna’nın bu devirde Asya’ya gittiğini söyler (O devirde Asya kelimesinin anlamı, Roma terimlerine göre sadece Efes bölgesini kastetmek-tedir.) İsa’nın son arzularına karşı Yuhanna’nın duyduğu his ve saygıyı göz önüne alırsak, Meryem’in huzurlu bir hayat sürmesi için beraberinde götürdüğünü düşünmek gayet doğaldır.

Şu iki noktaya eğilmekte yarar vardır: Birincisi 37’den 49 senesine kadar, Yuhanna’nın hayatı ile ilgili bir hususun kutsal yazılarda belirtilmemesi, ikincisi ise Asya’da (Efes) birkaç yıl kalmasına rağmen Aziz Pavlus’a Asya Havarisi unvanının verilmemesidir. Bundan başka Pavlus ve Silas 50 yılında Efes’in kuzeyindeki Frikya ve Galatia bölgelerine gidip vaaz etmeleri oldukça tuhaf ve şaşırtıcıdır.

Aziz Yuhanna, Hrisostom’a göre onların bu bölgede buluşmamaları, Yuhanna’nın önceden belli bir süreden beri Asya ve çevresinde yerleşmiş olması ve bu bölgede kilise kurmasından dolayıdır.

Sonuç olarak, eğer Yuhanna 67 yılında, Pavlus’un din uğruna öldürül-mesinden sonra Efes’e gelmiş olsaydı, yaşlanmaya yüz tutmuş haliyle Anadolu’daki yedi kilisenin güç yollarını baştan başa nasıl dolaşabilirdi? Bu kiliselerle çok ilgilenmişti, bunları bizzat kendisi ziyaret etmişti. Eğer kilise 25 sene evvel Pavlus tarafından kurulmuş olsa idi, neden kilise kurucularına verilen Asya havarisi unvanı Yuhanna’ya verildi? Kutsal yazılardan alınan verilere göre Meryem ve Yuhanna 42 yılına doğru Efes’e geldikleri anlaşılmaktadır.

Açık havada ibadet

Şimdiye kadar, Yuhanna’nın Efes’te ikameti ile ilgili bir kayıta rastlanmamış ise de, II ve III. yüzyıllara ait bir çok yazı bu vakanın gerçekliğini ispatlamaktadır. Diğerleri arasında, Aziz İrene, Polikarp, Hipolit, Eusebe, İskenderyeli Kleman ve Orijen’i analım. Bütün bu yazarlar, Aziz Yuhanna’nın ölümünden sonra yazmaktadırlar. 203 yılında ölen Aziz İrene, havari Yuhanna’nın öğrencisi olan Aziz Polikarp’ı tanımıştı. Öyle ise olaylara çok yakın olup Yuhanna’nın İncil’ini Efes’te yazdığını doğrulamak-tadır. Efes başpiskoposu Polikrat’ın, Papa Aziz Viktor’a (189-199) yazdığı ikinci mektubunda, Yuhanna’ya ait kabrin Efes’te olduğunu belirtmesi son derece ilginç olaylardan biridir. 215 yılında ölen İskenderiyeli Kleman’a, bilgin Orijen (185-253) Asya başkentinde Yuhanna’nın hayatı ve ölümü hakkında bilgi vermektedirler.

(265-340) senelerinde yaşamış olan kilise tarihçisi Eusebe, Kudüs’teki zulüm sırasında, havarilerin dağıldığını ve Yuhanna’nın Asya’da yaşayıp Efes’te öldüğünü beyan eder. Yuhanna’nın Efes’teki yaşantısını ispatlayan yazarların çoğunluğu tarihin başka bir olayında rastlamak enderdir.

Şüphesiz Meryem’den direkt olarak konuşulmamaktadır, fakat Hıristiyanlığın ilk dönemindeki yazıların, sadece “Havariler” ve “Hıristiyan cemaatının destekleri” olan kişilerden bahsettikleri bilinmektedir. Bu sıralarda Meryem bir bakıma gizli mütevazi hayatını sürdürmektedir.

Oysa, IV. yüzyıl yazarlarından biri, özel bir anmayı hak etmiştir. Kudüs’te 52 yaşına kadar yaşayan Aziz Epifan şöyle yazmaktadır: “Belli bir süre için Yuhanna’nın Asya’ya gittiği olgusu doğrulanmasına rağmen, seyahat arkadaşı olarak Meryem’i beraber götürdüğünü hiçbir yerde belirtmemektedir, bu konuda kutsal yazılar susmaktadırlar.” Epifan’a, Meryem’in Efes’e gidişi hakkında bir bilgiye rastlanmamış olması, hiçbir şeyi ispatlamayacağı cevabı verilebilir. Eğer “Havarilerin Eylemleri” adlı eserde Aziz Petrus’un Antakya’ya geçişini ve Roma’ da ikameti ve din uğruna öldürülmesi vakalarını bilmemezlikten geliyorsa Yuhanna’nın, Meryem ile birlikte Efes’e gelişleri hakkında, bilgilere yer vermemesi niye tenkit konusu olsun?

Fakat, Epifan’ın yazısı, Meryem’in Efes’teki mevcudiyetine istemeyerek bir delil getirmektedir.”Panarion” adlı eserde, Efes’teki Yuhanna ve Meryem’i örnek alarak bazı keşişlerin, inzivaya çekilmiş bazı kadınlarla, dini ideal uğruna yaşamak istedikleri belirtilmektedir. Ankara Konsili (314) ve Aziz Jerom (347-419) yayılmağa yüz tutmuş bu adeti kınamışlardı. “Meryem her zaman Kudüs’te kaldı. Şu yerde onun kabrini gördük, hiçbir zaman, O Yuhanna ile beraber Efes’te yaşamamıştır” diye direkt bir şekilde keşişlerin ağzını kapatabilmek için, bu sözleri sarfetmek, Epifan için daha kolay bir şey olamazdı.

Böyle bir delil çürütülemezdi. Fakat Kudüs’te yaşamalarına rağmen, Yuhanna ve Meryem’in Efes’te yaşadıklarını anlatan keşişlerin karşısında Epifan sessiz kalıyor. Onlara karşı sadece ahlak anlamından çıkarılmış deliller kullanabilir. Efes’teki Meryem sorunu sadece kutsal yazıların suskunluğu ile karşılaştırılabilir.

IV. yüzyılın, Kudüs ile ilgili topografyasını ihtiva eden, büyük otoritelerden biri olan Aziz Jerom (347-419) bile, Kutsal şehirde veya civarında olan Meryem’in bir kabrinden hiç bahsetmemektedir. Şüphesiz Gethsemani’den bahsetmektedir, fakat sadece ölümünün arifesinde, İsa’nın dua ettiği yer olarak ve bu olayın anısına inşa edilen kiliseden bahsetmektedir. Şayet bu aynı yerde Meryem’in kabri üzerinde herhangi bir anıt kurulmuş olsaydı, elbette vicdan sahibi bir tarihçi olarak bunu açıklamaktan kaçınmazdı. IV. yüzyılda bu bilginin suskunluğu oldukça barizdir. Üstelik aziz Jerom hayatta iken Meryem’e ithaf edilmiş bir kilise vardı. Bu kilise Efes’teydi. Herkes biliyordu 431 yılında Efes’te üçüncü Ökümenik Konsili toplanmıştı. Amacı İstanbul (o zamanki Konstantinopl) başpiskoposu Nestorius tarafından kabul edilmeyen, Meryem’in ilahi analık vasfının, ‘görkemli bir şekilde ilân etmek idi. Konsil Meryem’e ithaf edilen dünyanın tek ve yegâne kilisesinde toplantıya davet edilmişti. Bu kilise Milano fermanından sonra, Konstantin tarafından inşa edilmişti. Bu Hıristiyan tapınağının Meryem’e vakfedilmesi, hatta Efes Konsilinden önce olması, muhtelif şekillerde izah edilebilir: İskenderyeli aziz Kiril tarafından gönderilen Konsile davet mektubundan başka, Konsil eylemlerinden 12 kadar akit (tutanak) ve başpiskopos Hipatios’un bir meşruhatı üstün bir önem taşımaktadırlar, iyice biliniyor ki Hıristiyanlığın ilk çağlarında, dini kanunlara göre, azizlerin ve din uğruna ölenlerin şerefli hayatı veya ölümü ile şöhret bulmuş yerler üzerine kiliseler inşaası ancak caiz olurdu. Efes’te Meryem Ana adına inşa edilmiş ilk kilisenin mevcut bulunması, Onun burada vefat ettiğini en sağlam delilidir.

MERYEM ANA’YA AİT EVİN YERİ

Tarihin ve efsanelerin birbirine bağlı olan eserinde Gregoire de Tours (538-594), Efes yakınındaki bir dağda bulunan küçük kiliseden saygıyla bahseden ilk kilise yazarıdır. “Efes’e yakın bir dağın tepesinde, çatısız dört duvar vardır, Yuhanna bu duvarların iç tarafında oturmuştur” demektedir. Acaba seyahat eden kişilerin raporlarına istinaden mi bu küçük kiliseden bahsedilmeye başlandı?

Böyle bir durumda ne çok çabuk doğrulayıcı, ne de şüpheci olmalı.

Kırkıncelilerin (halen Selçuk’ta Şirince köyü) geleneklerine göre Efes’te Bülbül dağında Meryem’in oturduğu Ev’in mevcudiyetine inanırlardı. Bunlar Meryem Ana mevkiinden 17 km. uzaklıkta yerleşmiş ve her sene 15 Ağustos’ta (Meryem Ana’nın ölüm günü) ve Miraç’inin olduğuna inandıkları yerdeki mabedi ziyaret ederler idi. Meryem’in son günlerini Kudüs’te geçirdiğini savunan Ortodoks kilisesi ne bağlı olan bu Ortodoks köylülerinin ağzından, böyle bir doğrulamayı duymak şaşırtıcıdır. Maamafih bu Hıristiyanlar, Efes Hıristiyanlarından gelen kuşaklar olduğu ve çeşitli zulümler sırasında Efes’in doğusundaki dağlarda sığındıkları düşünürsek, ortada şaşırtıcı bir şeyin olmadığını kabul edebiliriz. Türk dilini konuşup, atalarının örf ve adetlerini korumuşlardı.

Meryem Ana Ev’ini ziyaret günü dağda 5 saat yürüyüşü göze alan bu cesur insanlar, şüphesiz bunu ciddi bir nedene bağlıyorlardı. Bu hususta Mr. Poulin şöyle der: “Bu geleneği onlar icad etmedi. Bu gelenek onlara ne komşularından ne de Ortodoks kilisesinden gelmedi. Peki, ya kimden? Babalarından diye cevap verdiler. Bunu onlardan daha iyi bilen kimse yoktur.”

EVİN MEYDANA ÇIKARILMASI

1881 yılında, Paris piskoposluğuna bağlı Gouyet adında bir rahip, Katerin Emmerik’in (1774-1824) yazdığı “Hazreti Meryem’in hayatı” kitabında anlatılan Meryem’e ait Ev’in, tanıma uygun olup olmadığını görmek için Efes’e gitmeğe karar verir.

İzmir Başpiskoposu olan Monsenyör Timoni, onu cesaretlendirerek, araştırmalarına yardımcı olsun diye yanına bir genç verir. Rahip Gouyet, çantasına, üzerinde “zavallı, zararsız ve çaresiz bu yolcuya lütfen saygı gösteriniz” sözlerinin yazılı olan bir pusula koyarak yola çıkar. Yolculuğu sorunsuz geçtikten sonra, Hazreti Meryem’in Evi’ni bulduğunu iddia ederek, raporunu Monsenyör Timoni ile Paris Piskoposluk otorilerine, hatta Roma’ya verir. Fakat başarılı olamaz.

On yıl sonra, İzmir Fransız hastanesi rahibelerinden Marie de Mandat Grancey, hastanedeki rahibeler camiasına, Katerin Emmerik’ in “Hazreti Meryem’in Hayatı” kitabını okutuyordu. Meryem’in Efes’teki yaşamı ve ölümü ile ilgili bölümler bittiği zaman, rahibelerin rahibi olan Lazarist M. Jung şöyle der: “Efes o kadar uzak değildir, gidip görmeğe değer.”

Aynı tarihlerde İzmir Fransız Koleji müdürü ve İbranice uzman, Yahudi geleneklerini iyi bilen Lazarist rahip Eugene Poulin’de Katerin Emmerik’in kitabını inceler ve Efes’e bir gezi tertiplemeğe karar verir. Kendisi gitmediyse de iki rahip ve iki katolik görevli gönderir.

Meryem Ana Evine giden yol

1 Aralık 1892 tarihinde Monsenyör Timoni başkanlığındaki 12 kişilik heyet Meryem Ana’ya çıkar. Heyet, Katerin Emmerik’in anlattıktan ile bariz bir benzerlik olduğunu fark eder, yerinde hemen usulüne uygun şekilde bir tutanak tanzim edilir ve heyet üyeleri tarafından imza altına alınır.

Mösyö Jung’un Panaya Kapulu’yu keşfettiği tarih sayılan 29 Temmuz 1891 ile Monsenyör Timoni’nin aynı yere çıktığı tarih olan 1 Aralık 1892 arasında, rahibe Marie de Mandat Grancey bu yerin mülkiyetini kendi adına geçirtmek için çalışır, bu yerin satın alma görüşmeleri 15 Ocak 1892’den, 15 Kasım 1892 tarihine kadar sürer. Demek oluyor ki, rahibe Marie de Mandat Grancey bu yerleri satın aldıktan 15 gün sonra monsenyör Timoni Meryem Ana’ya çıkar.

Sonradan Mr. Poulin’in yazdığı gibi ev, çok güzel sekiz çınar ağacı ile çevriliydi. Bu çınarların birkaç metre ötesinde, akarsuya doğru, uzun ve narin bir kavak ağacının tepesi ince bir ok gibi yükseliyordu. Bu büyük kayalıkların eteğinde, onu koruyan ve hükmeden bu dağda, koruyucu gölgeleriyle örtercesine gizleyen kavaklar altında, sanki bir sır saklıyormuş gibi bu tarihi ve küçük kilisenin, güzel ve saygıdeğer bir görünüşü vardı. Uzakları gözetleyip, yaklaşan düşmanı haber verircesine yükselen narin kavak ağacı ise, gelen ziyaretçilere sanki “Gelin burasıdır” diye sesleniyordu. (Poulin, Panaya Kapulu tarihi, el yazısı 1 cilt, sahife 30).

Mr. Poulin, yazılarında küçük kilise için “güzel ve saygıdeğer” olarak bahsetmektedir. Gerçekte Ev’in çatısı yoktu, dört duvar ise pek iyi bir durumda değildi. Rahibe Marie de Mandat Grancey kendi imkânlarıyla, drahomasının bir kısmını Ev’in tamiri ve civarının tanzimi için hasreder.

Temmuzdan, Aralık 1894’e kadar çeşitli işlere girişilir. Böylece su kaynağına bir kanal açılır, daha pratik yollar tanzim edilir, küçük kilisenin bulunduğu yerden daha aşağısında teraslar yapılarak, buraya sebze bahçesi tesis edilir. Daha sonra, ziyaretçiler için, barınacak bir yer ve rahibeler için bir ev inşa edilir. En büyük problem ise küçük kilise idi. Hiçbir şeye dokunmamak için, bu dört duvarın üstüne istinad ettirilen camla örtülü bir çatı yapılır.

Böyle bir çatının, estetik kıymeti tartışma konusu olabilir, acaba mimari açıdan daha iyi yapılamaz mı idi? belki böyle yapmakla Meryem’e ait Ev’in harabeleri korunmuştur.

İzmir’de Sen Polikarp kilisesinde, bugün hala görülebilen freskleri yapan mimar Raymond Pere, küçük kilisenin içinde mermerden küçük bir mihrap yapar, işte bu devrede, bir kenarında Meryem Ana heykeli dikilen ve küçük kiliseye doğru giden yolun sağına ve soluna zeytin ağaçları dikilir.

17 sene bu yerlerin sahibesi olduktan sonra, 1910 yılında rahibe Marie de Mandat Grancey, bu yerin mülkiyetini Mr. Poulin’e devreder. 1915 yılında bu asil rahibe vefat eder.

1914-1918 savaş yıllarında, mülkiyet ile meşgul olunamamış. 1920 yılında, Lazarist rahip olan Mr. Euzet ve Saint – Germain, Meryem Ana’ya çıktıklarında, Ev’i korumak için yapılan çatı mahvedilmiş, civarındaki güzel yeşil meşeler kesilmiş ve mihrabın parçalanmış olduğunu görürler. Dereye atılmış olan ve elleri kopmuş Meryem Ana’nın heykelini bulurlar. Bu heykel ancak 1931 yılında şeref köşesinde yer alır.

1928 yılında vefat eden Mr. Poulin, el yazısı ile yazılmış vasiyetnamesine istinaden Meryem Ana mülkiyetini, Mösyö Euzet’ye bırakır.

Ancak, 1917 yılında mülkiyet, Devlet Hazinesinin namına geçmiştir. Bundan ötürü dava açmak mecburiyeti hasıl olmuştur. Mahkemede ilk hamlede Meryem Ana’nın yeri cebel olmadığını ve ziraat yapılabilir tarla olduğunu ispatlamak gerekiyordu. Bundan başka vasiyetnamenin Türkiye’de, İsviçre kanunlarından alınan Medeni kanu-nun meriyete girmesinden önce düzenlendiği ispatlandı. En sonunda, 1932’de Yargıtay Mr. Poulin’in vasiyetnamesine istinaden, Mr. Euzet’ye mülkiyet hakkını tanıdı.

1947’de, bütün ormanların Devlete ait olduğu gerekçesiyle, yeni bir istimlak tehdidi ile karşı kalındı ise de Meryem Ana sahasında Orman ağacı niteliğinde ağaç olmadığını ispat etmek zor olmadı.

Nihayet, 1951’de Mr. Euzet, mülkiyeti, “Panaya Kapulu” Derneğine hîbe eder. Türk Hükümeti tarafından tanınan bu dernek daha sonra “Hazreti Meryem Ana Evi Derneği” olarak isim değiştirerek bu antik hrıstiyan mabedini restore etmek ve daha iyi kıymetlendirmek için gerekli fonları toplamağa yetkili kılınır.

Bu derneğin çalışmaları ve Mr. Quatman ve Doktor Gschvvind yardımları sayesinde Meryem Ana Evi ve sahası kıymetlendi. Diğer taraftan, 1950’de hristiyanlık için yüce sayılan bu yerin turistik değerini anlayan Türk Hükümeti, bugün Meryem Ana’ya çıkmak için takip ettiğimiz yolun döşenmesine özen göstermiştir.

ARKEOLOJİ

1892 de Atina Fransız okulunun iki üyesi Meryem Ana’ya çıkarak bu dini yerin ne denli eski bir eser olduğunu kavrarlar ve ikna olmuş bir vaziyette ayrılırlar. 1898 de Fransız hükümetinin mimarı olan Mr. Carre, derinlemesine yaptığı bir inceleme sonunda, bu önemli yapının birinci yüzyıla ait olduğunu teyit eder. Efes Artemis tapınağı araştırma müdürü Oxfordlu M.Hogart ve İtalyan Hükümetinin resmi mimarı M. Rosetti, aynı görüşü paylaşırlar. Daha sonraki yıllarda R.P. Lagrange ve M. Lambakis yaptıkları açıklamalarla, her ne kadar yapının daha yakın bir tarihe rastladığını söylerlerse de son araştırmalar Meryem Ana’ya ait Ev’in temelleri birinci yüzyıla ait olduğunu açıkça göstermektedir. 1966’da profesör Prandi’nin mahallinde yaptığı kazılara istinaden, 1967 yılında Portekiz’in Lisbonne şehrinde aktedilen Beynelmilel Mariolojik (Meryem Ana ile ilgili) kongrede, verdiği izahata göre, küçük kilise duvarlarının, yapıcıların yıkmak istemedikleri daha eski temeller üzerine işlendiği ve yaptığı kazı esnasında bulduğu üç kabirden cesedin yönü Meryem Ana Evi’ne doğruydu, bu da Meryem Ana’ya ifade edilmek istenen saygının işareti olduğunu izahatına ilaveten bildirdi.

DİNİ ZİYARETLER

Ev’in keşfinden beş yıl sonra, yani 1896’da, Meryem Ana’ya ilk dini ziyaret gerçekleşir. Mr. Euzet’nin bildirdiğine göre, iki tren İzmir’den Efes’e 1300-1400 kadar hacı namzedini taşır. Bu gruplardan büyük bir kısmı dağa doğru yönelerek çıkmağa başlar. Hatıralarda kalacak değerde bir manzara oluşur, kimi zigzaglı patikalardan, kimi yaya, kimi eşek veya at sırtında toplu vaziyette, kimi ise biraz ileride dağınık vaziyette ilerlemeğe çalışır. Diyebiliriz ki o zamanlar Meryem Ana’ya çıkmak büyük bir gayret gerektirirdi, çünkü yukarıya çıkabilmek için yol yoktu, yorucu patikalarda ilerleyerek oraya çıkmak mümkün oluyordu. 1908’de Lazarist bir rahip, yolun yorgun-luğundan bir daha kalkamayacak vaziyette, küçük kilisenin bir kaç metre ötesinde yere yıkıldı.

Yurt dışından ilk defa 1906’da dini amaçla ziyaretçiler gelir. Grup’un başında Profesör Miner ve rahip Kayser vardı. Bu grup onu protestan olmak üzere 47 kişiden ibaretti, ikinci dünya savaşına kadar, her ne kadar büyük hac ziyaretleri olmamış ise de, bazı ünlü kişiler Meryem Ana Evi’ni görmek isterler. Bunların arasında, rahip Lagrange, rahip Joüon, kardinal di Lai ve baron de Vaux.

1914 ile 1927 yılları arasında bu yerde hiçbir dini tören yapılmamıştır. 1929 senesinde Mr. Euzet, küçük kilisenin zemini sığır tezekleri ile örtülü olduğunu belirtir. Birinci Dünya Savaşı öncesi örf ve adetlerini devam ettirmek isteyen Lazarist rahiplerle, Fransız Hastanesi rahibeleri 1932’de okul talebeleri ile Meryem Ana Evi’ne bir ziyaret gezisi tertiplerler. Dört yıl boyunca bu böyle devam eder. Ancak 1937’den 1949’a kadar Meryem Ana’ya hiçbir ziyaret gerçekleşmez. Ancak 1949’da İstanbul’dan bu yeri ziyaret etmek üzere gelen bir grup için Başpiskopos Descuffi’nin başkanlığında, çatısız küçük kilisede, bir ayin kılınır.

1950 senesi, Meryem Ana tarihinde yeni bir devrin başlangıcı olduğu kabul edilebilir.

Roma’da 1 Kasım 1950’de, Hazreti Meryem’in göğe çıkışı inanışının kutlanması münasebetiyle, II Dünya Savaşı esnasında İstanbul’ da Küçük Asya antikalarını etüt eden, Basel şehri rahiplerinden Monsenyör Gschvvind, 1 Kasım günü İstanbul’dan Efes’e bir hac ziyareti tertip etti. Bu olay Türk basınının ve diğer ilgililerin dikkatlerini Panaya Kapulu’ya çekmeğe yetmiştir. Türk Hükümeti, hemen bir yol inşa eder ve böylece arabalarla, küçük kilisenin önüne kadar gitmek mümkün olur.

O tarihten beri turistler ve dini amaçla gelen ziyaretçiler, her mevsimde hiç eksik olmazlar. 1982 yılının istatistikleri, hıristiyan ziyaretçilerin 200.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Zikredilmeğe değer bir nokta ise Müslümanların da, aynı sayı raddesinde olmalarıdır.

MERYEM ANA VE KİLİSE OTORİTESİ

1892 yılının sonlarına doğru, İzmir Başpiskoposu Monsenyör Timoni, Meryem Ana ile ilgili ilk resmi anketini yürütür. Rahibe de Grancey, beklemeden keşfin Papalığa bildirilmesi için zorlar. Ancak rahip Poulin bildirmeden evvel, azami olumlu verilerin elinde bulunmasını ister. 1895’de Papa 13. Leon, Yakın Şark’ta ayin usulleri sorunu üzerinde çalışmada bulunacak bir heyetin başkanı olan Fransız Papalık Semineri Müdürü, Filistin’de Meryem Ana’ya ait Ev’in keşfini duyan T.R.R. Eschbach, Mr. Poulin’den, Meryem Ana’ya gidebilmesi için bir refakatçi ister. Mr. Jung refakatçi olarak tayin edilir. Roma’ya dönüşünde T.R.R. Eschbach, Papa 13. Leon’a bilgi verir ve Meryem Ana ile ilgili resimleri gösterir. Papa bunları inceledikten sonra muhafaza eder.

Basın, büyük bir hızla, Meryem Ana’ya ait Ev’in keşfinden bahsetmeğe başlar. Başpiskopos Monsenyör Timoni mesuliyeti altında ‘Panaya Kapulu” adı ile bir broşür yayınlanır. Bu olaylar 1896 yılında cereyan eder. Papa X. Pie ve Papa XI. Pie, bu küçük bilim eseri olan broşürü okuduktan şonra,”böyle çekişmeli bir konu üzerinde yazdıklarından ötürü yazarları tebrik”ederler.’

1931 yılında, Efes Konsili’nin 15. yüzyılı münasebetiyle, sonradan Papa XXIII. Jean olarak isim alan Bulgaristan Başpiskoposu Monsenyör Roncalli, İzmir Başpiskoposu Monsenyör Tonna ile birlikte Konsilin yapıldığı kiliseye giderler, ancak yolun elverişsizliği nedeniyle, Meryem Ana’ya çıkamazlar. 1937’den 1966’ya kadar İzmir Başpiskoposu olan Monsenyör Descuffi’nin ölçüsüz eserlerini unutmamak gerekir. Direngenliği ile Meryem Ana’yı bir Meryem sevgisi merkezi haline getirdi. Yetmiş beş yaş sınırını geçiren İzmir Başpiskoposu 28 yıllık hizmetinden sonra istifasını verdiğinde yaptığı hizmetlerden dolayı Papa, kendisinden övgüyle bahsedeceğini söyler.

Bu sözler karşısında duygulanan Başpiskopos, Papa’yı Meryem Ana’yı ziyaret etmek üzere Türkiye’ye davet eder. VI Paul kendilerine gülümseyerek şöyle der: “Kimbilir ! Tekrar görüşürüz !”

VI. PAUL VE II. JEAN PAUL’UN MERYEM ANA’YA ZİYARETLERİ

VI. Paul sözünü tutarak Türkiye’ye gelir, İstanbul’da muhteşem bir karşılama töreninden sonra, 26 Temmuz 1967 günü Meryem Ana’ ya saygılarını sunmak üzere Efes’e gelir. VI. Paul, onu alkışlayan topluluk arasından Meryem Ana’nın Evi’ne girer. Kudüs’ü ziyareti esnasında Getsemani (Meryem Ana Kabri)yı Öylesine şereflendirilmemişti. Meryem Ana Evindeki mihrabı önünde uzun süre dua eder. Beraberinde getirdiği kendi armaları ile süslü kandili yaktıktan sonra Meryem Ana Evi’nden ayrılır. Dernek İdare Heyeti üyelerinin saygılarını kabul eder. Üzerinde Meryem Ana Evi resmedilmiş bir altın plaket, Dernek İdare Heyeti tarafından Papa’ya verilmiştir.

Halefi olan Papa II Jean Paul, 30 Kasım 1979 tarihinde. Meryem Ana’yı ziyaret ederek toplanmış hacı ve turistler önünde, bir ayini ifa ettikten sonra Türkiye’ye geliş sebebi olan Meryem Ana’dan ayrılmıştır.

Papaların bu hac ziyaretleri, dini inanç ve arkeolojik açıdan belki yeni bir şey getirmemiş olabilir, ancak basın ve televizyon aracılığıyla bütün dünyaya “Meryem Ana Evi’nin Esrarını” tanıtmışlardır.

Papa VI. Paul 26.7.1967 de Meryem Ana’da
Papa Jean Paul II 30.11.1979 da Meryem Ana’da

Hz. Meryem Ana Evi ile ilgili her türlü istek, eleştiri, öneri ve yorumlarınızı mesaj yazarak bize iletebilirsiniz.